Asıl Kartondan Kaplan Yaratma; Gaflettir, İhanettir!

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar Adı: 
Mehmet Halil ARIK

 

Türk Ordusu'nun kâğıttan kaplan olmasını istemeyiz.

Asıl istemediğimiz ise, Türk Ordusu'nun kağıttan kaplan haline getirilmesidir!.

Türk Ordusu'nu kağıttan kaplan görmek istememenin tepkisel bir ifadesi olduğu açıkça belli olan bir ifade üzerinde fırtınalar koparmak iyi niyetli bir tartışma değildir..

Sayın Süheyl Batumu linç eden, mahkûm ettirmeye çalışan güruh, niçin Türk Ordusu'na reva görülen bunca hayâsız davranışları görmezlikten gelir!

Görmezlikten gelme, gerçekleri siler mi?

Yapılan hangi eylem, hangi değişiklikler, hangi uygulamalar son yıllarda, Ordu'yu yüceltici mahiyette oldu! Yapılanlar hep orduyu yıpratmadı mı? Terfi engellemelerinden zindanlara... 

Bir mühendislik planlamasının olduğu konusunda ciddiyetle durulması gerekmez mi!? Bu ince hesaplara dayalı, mühendislikler yurt içinde mi planlandı, yoksa, dışarıda planlanıp yurt içinde uygulayıcılara mı havale edildi!?..

Bunca olanlar karşısında, ordu kendisini korudu mu!?... Yeterince savundu mu!?..

Başına çuval geçirilirken neredeydi ordu!?.

Kuzey ırakta, tam PKK'ya son darbeyi vurma fırsatı doğmuşken, geriye çağıran, emir nereden geldi!?

Yüzlerce subay, emekli veya muvazzaf, tutuklanırken yıllardır zindanlarda, ne ile suçlandıklarını bile tam olarak bilmezlerken subaylarına yeterince sahip mi çıkıldı!?

Onlarca darbe planı hazırlayıp hiçbirini uygulamaya sokamayan, ve üstelik darbe planlarını elini attığın yerden bulunabilecek şekilde ortalığa saçan ordu olur mu!?.. Ya ordu gerçekten kağıttan kaplan, ya da, darbeler uydurma!..Birincisi olamayacağına göre, darbeler uydurma!.. Kağıttan kaplan imajına inandırma mühendisliğinin ince hesapları..”Bu orduyla iyi ki bir savaşa girmemişiz ” ne demek!?.. Önce kimler görmüş orduyu kağıttan kaplan!?

Dillerden düşürülmeyen o meşhur muhtırayı ben yazdım diyenlerle, yapılan kapı arkasındaki gizli görüşmelere karşı ne gibi bir tepki ortaya kondu!?.. Yine bir mühendislik harikası olduğu izlenimi veren bu muhtıranın faili, üstün hizmet madalyası ve, trilyonluk arabayla ödüllendirilmedi mi?

Uyduruk bir suikast safsatası bahane edilerek, kozmik odasına, kalbine girilmedi mi?. Sonuç ne oldu!?..O kaba, yakışıksız “kozmotik oda” esprisi, orduyu yüceltti mi; aşağıladı mı!?..

Var mıymış öyle bir suikast planı? yoksa, yıpratmak, kalbini deşmek için kurgulanmış orduya düzenlenmiş bir suikast mıymış!? Sui-kast (kötü niyet) için, uyduruk bir suikast!

Türk Ordusu Kıbrıs’ta işgalci diye nitelenirken, hadi siyasetten ses gelmedi, peki ordun hangi ses yükseldi mi? İşgalcilikle suçlanan ordu!.. Susmak mı ordunun görevi!?.. Herhalde, suskun kalmamanın bir yolu vardı!..

Orduyu azarlayan, sen benim memurumsun deyip, memurları hor gören, otur oturduğun yerde diyerek güç gösterisi yapan, iğrenç benzetmesiyle, olanları bağırsak temizliği olarak niteleyen zata karşı suskun kalmak, hazmedemesek de kağıttan kaplanlığın kabulü gibi algılanmaz mı!

Başta başbakan olmak üzere, sıraya giriyorlar suç duyurusu için..Başbakan bu kadarla da kalmıyor, anayasa profesörlüğü üzerinden Sayın Batum’un kişilik haklarına, her zamanki saldırgan ve öfkeli tavrını sürdürüyor!. “Senin her yanın anayasa profesörü olsa ne yazar”

Bu söz Berliskoni’nin ülkesinde söyleseydi, bir sunucu da çıkıp, “Senin her yanın başbakan olsa ne yazar”deseydi neler olurdu ki!? Ertesi gün kapı önünde mi bulurdu kendini Silivri’de mi?

Bir hatırlatma yapalım bu noktada... Peki Batum bu sözleriyle, bir suç işlemiş ve cumhuriyetin bir değerli kurumunu küçük düşürmüş!.. Suçlu!..

Başbakanı; meydanlarda, "Son Osmanlı Padişahı Recep Tayyip" diye, "Alemin sultanı" diye karşılayanlar, bu afişlerin altında halka nutuklar atanlar suç işlemedi mi? İşledi!

Hem de işlenen suç öyle 301’lik de değil.. Cumhuriyet rejimini ve onun demokratik sistemini tebdil tağyir ve ilgaya teşebbüs suçu düzinelerle adamlar asıldı bu ülkede bu suçlamalarla!..

Ben de, hukuk önünde, Başbakandan daha az hakka sahip değilim ben de suç duyurusunda bulunuyorum... Harekete geçsin Cumhuriyetin savcıları!

Suç duyurusunda bulunurken, kendilerini ilgilendirenleri görmezlikten gelmek, çifte standart uygulamasının çok çok ötesinde bir şeydir!. Üstünlerin hukukunun, hukukun üstünlüğüne meydan okumasıdır yapılan!? Savcılar, cumhuriyetin savcılarıysa, kime karşı olursa olsun,

öncelikle cumhuriyeti korumakla yükümlüdürler!.. Kanunlar eşit uygulanmazsa, tuz kokar!..

Türk Ordusu'nu Güney Doğu'da işgalci gören, "Kürdistandan defol" diyen o afişlere başbakan suç duyurusunda bulundu mu!?..

Türk Subayının emniyetçe el konulmuş telefonuna, bir terör örgütü üyesinin telefonundan yüzlerce numarayı aktararak, sahtekarlık yapan ve bunu "sehven" mazeretiyle örtbas etmeye çalışanlar hakkında suç duyurusunda bulundu mu Başbakan!?..

“1950 yılından beri, Türk Ordusu üzerinde büyük oyunlar oynanmaktadır..Bu aslında, ABD planı gereği Ordu'yu Kemalist felsefeden uzaklaştırma gayretidir.”

1960’lı yıllardaki, Milli Birlik Kurulu üyesi Haydar Tunçkanat’ın hem  meclisteki hem kitabındaki bir ifadeleridir bu. Bu bir iddia mıdır, ayniyle vaki bir olgu mudur!?

Bunun en keskin kanıtı da, Ülkede yapılagelmiş darbelerdir.. Her darbe, öncelikle tasfiyesini orduda ve Kemalistler üzerinde uygulamıştır.Her darbeyle, ülke, Atatürk ilkelerinden ve devrimlerinden birer adım uzaklaştırılmıştır..

Tek 27 Mayıs bu uygulamanın dışında tutulmalıdır. Çünkü 27 Mayıs, bu ülkede, kurulmak istenen tek parti diktasına son vermekle kalmamış, getirdiği anayasa ve uygulamalarıyla gerçek demokrasiye geçişin yollarını da açmıştır. Belki bu yönüyle, 27 Mayıs, ABD’den desteksiz, hatta habersiz yapılan tek darbe olarak görülmelidir.

27 Mayıs sonrası gelen darbeler hep 27 karşıtıdır.. 27 Mayıs'tan intikam alma amaçlıdır.12 Mart sonrası mecliste idamlara yansıyan “üçe üç” sloganları bunun tartışmasız göstergesidir. Bu darbeler, ordu içindeki, faşizm yanlısı ordu mensupları eliyle yaptırılmıştır.12 Eylül’deki  ABD Büyükelçisi Paul Hanze, darbeyi ülkesine duyurken "our boys did. - Bizim çocuklar başardı!"sözünden daha açık bir delil aranır mı!?

Sanki, Sayın Batum, bunları bilmeyecek, idrak edemeyecek kadar cahil, darbe yanlısı!.., ordudan darbe bekleyecek, olamayınca da orduyu kağıttan kaplan görecek.. Başbakanın deyimiyle, ”hadi söyletmeyin beni!.”

Sayın Prof Dr. Süheyl Batum, referandumda, darbeler üzerinden siyaset yapıp “evet” oyu vermedi, “evet” oyu vermeye de kimseyi çağırmadı..

Biz ordumuzun halkın ordusu olmasını özlüyoruz.. Üzerine, Nizam-ı Cedid'lerin, Asakir-i Masure'lerin kurulmasını, kuma getirilmesini istemeyiz..

Yıpratılmasını, canımızdan can koparılması olarak algılarız..

Ordu Mustafa Kemalsiz olmaz!.. Mustafa Kemalsiz bırakılan ordu, bu ülkeyi ve bu ülkenin değerlerini ne dışarda düşmanlara karşı, ne de içerde hainlere karşı koruyup kollayamaz.. Ordu üzerinde yıpratıcı eylemleri vatana ihanetle eşdeğer tutarız..

Türk Ordusu, ne kartondan kaplan olsun, ne de kartondan kaplan görüntüsü yaratma gayretleri sürsün!..

Bizler, ülkesine, ülkenin bölünmez bütünlüğüne, cumhuriyete, Atatatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkan, ülkenin bugün ve yarınlarının teminatı olan ulusalcı-demokrat bir ordu istiyoruz!.

Biz, kendi bünyesinde yetişmiş, zindanda bile, Sokrat'ın savunmasını gölgede bırakacak bir savunmayla, geleceğin hukuk fakültelerine tarihi bir armağan belge sunan Kr.Plt.Teğmen Mehmet Ali Çelebi'nin savunmasına kulak veren, ona sahip çıkan bir ordu özlüyoruz!..

İşte, o genç yurtsever ulusalcı, Atatürkçü teğmenin savunmasından, kendi kaleminden çıkmış bir bölüm: Tarihe sunulan bir ibretlik vesika...

“YÜCE MAHKEMEDEN TALEBİMDİR !

Hakimler kararlarıyla konuşur. Konuşun ve adalet yağdırın bunların mağaralarına! Bizim için erdem, onlar için yük olan namus ve şeref yağdırın. Çünkü hakikat ağır gelir bu bataklık sineklerine; kaldıramazlar adaletin erdemini.

İğrenç yuvalarını adaletin terazisine kuran asalakları temizleyin. Onlara bu toprakların adaletinin bir solukta tükenmeyeceğini gösterin. Çünkü sizin Türk Milleti adına dağıtacağınız adalet bu şeref fakirlerinin komplolarına tâbi olamaz!

Dağda çarpıştığımız bebek katilleri alçaktır. Ama bunlar daha da alçak. Çünkü teröristlerin kurşunu bile beni şehit yapar, bunlarınki beni terörist yapmaya çalışıyor.

Bıçak taşıyorsun diye beni suçluyorsunuz... Evet, taşıyorum ama sırtımda... Ben hançerlenenim...

BEN SUÇLU DEĞİLİM !

Zindan duvarlarımızı ören bu kirli eller suçlu...

Vicdanlarını onursuzluğa paspas yapanlar suçlu...

Memleket hisleri kötürüm olanlar suçlu...

Adaletin terazisinde intikam tartanlar suçlu...”  (Mehmet Ali Çelebi – Kr.Plt.Teğmen)

Şu notu düşmeden edemeyeceğim:

Asıl suçluyu görmeyip suçlu arayanlar, soytarılardır!

Soytarıların şahitliğinde kurulan mahkemelerden de doğru sonuç çıkması beklenemez…

Mehmet Halil Arık / Emekli eğitimci

iletisim@politikadergisi.com

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.