Temmuz 2011

Hoş Bulduk, Hoş Gördüm..

  
   Politika Dergisi ve Diğer Çabalara Dair..
   Politika Dergisi, bizim çocuğumuz.. Okurlarımızla birlikte bakıp büyüttüğümüz çocuğumuz.. Her ebeveyn, çocuğu belirli bir büyüklüğe ulaştığında onu biraz olsun yalnız bırakma güdüsüne bürünür veyahut yeni çocuklar düşünür. Biz de öyle yaptık.. Çocuğumuza hem ilgimizi azalttık hem de yeni çocuklar peşine düştük.. İlk çocuğumuzu, Politika Dergisi’ni gereğinden fazla yalnız bıraktık.. Sanırım yine onunla birlikte büyüme vakti; çünkü yeni bireyler yetiştirmek için bazı çabalarımızı tamamladık gibi görünüyor. Bu süreçte öyle çocuklar yetiştirdik ki, elimizden alıp kendileri büyütmek istediler. Ülke sevdası dışında başka sevdamız olmadığı için şimdilik sustuk.. Ama haykıracağız yakında..
   Güzel dostlar edindik; güzel arkadaşlıklar kurduk.. Yeni ebeveynleri gördük, geleceğimize dair umutlarımızı yeşerttik. Tilki gibi dönüp dolaşıp Politika Dergisi’ni bulduk. Bulduğumuzda okurlarımızın; dostlarımızın (İhsan, Edgar, Mert) ve pek tabii ki sonsuz teşekkür borçlu olduğumuz yazarlarımızın sayesinde Politika Dergisi’nin kendisini daha da geliştirdiğini gördük. Uzaktan izlediğimiz, hasta olduğunda başına koşmaktan başka bir şey yap(a)madığımız dergimize geri döndük..

Ayrılıkçı - Ayrılıkçı Olmayan Kürtlere Ekonomik Tavır, Asimilasyon ve Dil Sorunu

   Ayrılıkçı – Ayrılıkçı Olmayan Kürtler, Ekonomi ve Asimilasyon..
   Bugün tarihli Milliyet Gazetesi’nde, Metin Münir; “Kürt Sorununda Kimlik ve Ekonomi” başlığını taşıyan yazısında, Nur Vergi’nin bir makalesinden hareketle, özce ekonomik yatırımların Kürt Sorunu’nu çözmeyeceğini savunuyor. Daha doğrusu ekonomik tespitlerin ve çözümlerin Kürtleri asimile etmeyeceğini vurguluyor. Nur Vergi’nin doğru tespitlerde bulunduğunu ise AKP'nin ekonomik yatırımlarının geçen sene ziyaret ettiği doğu illerindeki büyüklüğünü örnek göstererek açıklıyor. Metin Münir’in bazı yazıları dikkatimi çeker. Dana önce yazdığı bu yazıda olduğu gibi yukarıda özetlediğim yazıda bunlardan birisi; ama bence bazı tahlil eksiklikleri var.
   Biz de kendimizce bazı tespitlerimizi belirtelim.
   Ayrılıkçı Kürtlerin ekonomik beklentileri yok.. Zaten onlar kaçakçılık, emperyalist güçlerden finanse edilme gibi faaliyetlerin içindeler; fakat ayrılıkçı olmayan Kürtlerin büyük ekonomik sıkıntıları var. Dolayısıyla, Nur Vergi’nin yazısını okumadım; ama Metin Bey’in yazısı bu ayrımı içermeliydi. Osmanlı’dan bu yana Kürtlerin fazlaca olduğu yerlerde, birlik ve bütünlük güdüsüne sahip Kürtler, ayrılıkçı Kürtlerce ezilmişler. Yazıda dikkat çeken kavramlardan birisi asimilasyon. Ayrılıkçı olmayan Kürtler zaten Türklerce gerektiği ölçüde asimile edilmişlerdir. Bu dostlara, bu vatandaşlara daha fazla asimilasyon gazı ters etki yaratacaktır. Bu sebeple dikkatli olunması, ayrılıkçı olmayan Kürtlerin, ayrılıkçı Kürtlerce asimile edilmesinin önüne geçilmesi elzem olandır. Kürtler arasındaki bu ayrıma dikkat edilmesini tekrar hatırlatarak ayrılıkçı Kürtler ve ekonomi üzerine biraz daha ilginç tespitlerimi paylaşayım.

Vur KKTC'ye Korkma

 

Türkiye’de bazı medya kuruluşlarınca KKTC’yi ulu orta suçlamak bir alışkanlık, bir gelenek oldu artık.
Tam “Vur abalıya” misali olur olmaz, bu kişiler ilgili ilgisiz her konuda KKTC’yi suçlu sandalyesine oturtuyor ve veryansın ediyorlar.
Çok değil daha üç beş ay evvel sahte diploma haberi yer almıştı Türkiye Medyasında. Hemen Türk basınında suçlanan KKTC Üniversiteleri oldu.
Ne bu diplomaları basan kalpazanların suçu vardı ne de bunları satın alanların. Tek suçlu KKTC üniversiteleri oldu, sanki de kendileri hazırlamış bu sahte diplomaları gibi.

Bütün Orduları Dağıtılmış Bir Vatan ve Gençliğe Hitabe

  İşimden geldim, oturdum yazımı yazmaya..

   Aslında aşağıda okuyacaklarınızdan çok daha farklı şeyler yazacaktım; ama Genelkurmay Bakanı ve Kuvvet Komutanları’nın emekliliklerini istediklerine dair haberi[1] görünce bu yazıyı yazmak elzem oldu.
   Öncelikle 20 Ekim 1927’de Atatürk tarafından yazılan Gençliğe Hitabe’yi bir hatırlayalım..
   “Ey Türk Gençliği!
   Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
   Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Bir Ergenekon Masalı

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde Türkler bir destan yazmış türeyişleriyle birlikte nesilden nesle aktarılan, var oluş tarihini anlatan… Dünya tarihi sayfalarına bu şekilde girerken gel zaman git zaman develer tellal iken pireler berber iken kurulup yıkılan devletlerden sonra son kurdukları devlette horozlar imam, baş olmaya başlamış…

Bir gün gökten sayısı belli olmayan elmaları düşürecek olan ‘DEV’ diye tabir edilen ülkenin temsilcisi Türk Devleti’nin başına hangi horozu getireceğini tayin etmiş. Bir mecmuanın o horozun kim olduğunu yıllar önceden haber vermesine de kimse aldırmamış. Çünkü memlekette yaşayanlar yazdıkları destanları unutmuş, silkelenecek elmalardan paylarına ne düşeceğinden başka bir şey düşünemez olmuşlar. Bir rivayete göre bunun sebebi de ‘DEV’ in dolar gözleriyle herkesi büyülemesiymiş. Destursuz bağ bahçeye girmeye kalkışanlarsa ‘DEV’ in kuklaları tarafından bir bir yakalanıp fare deliklerine atılıyormuş. Ne diyelim, Mevla kimseyi uğratmasın iftiraya, nazara…