Dünyanın Terörle Demokratikleşecek Tek Ülkesi; Türkiye! (II)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Teröristle Türkiye’yi demokratikleştirmek istiyorlar. Bunun için anayasal talepleri var. Örneğin Anadilde Eğitim talebini ele alalım..

Bu konuda önce bir noktaya özellikle dikkat çekmekte yarar var! Kamuoyunda “Kürt Sorunu” denen sorunun tartışmalarında; aralarında çok sayıda akademisyenler, gazeteciler, siyasetçiler vs. gibi kişilerin de olduğu bazı kişiler “Anadilde Eğitim ”in evrensel bir insan hakkı olduğunu ısrarla iddia etmektedirler.

Bu iddianın gerçekle uzaktan-yakından hiçbir alakası yoktur ve koskoca bir yalandır! Gerçekte ne Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi'nde ne de Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nde böyle bir hükme ve hakka yer verilmiştir! İsteyen internet üzerinden arama motorlarıyla araştırabilir! Yani “Anadilde Eğitim” hakkı diye evrensel bir hak yoktur!

Ancak; Avrupa Birliği(AB)’nin emperyalist çevreleri, Türkiye’de başta “Alevi” tarzı İslam inancını taşıyan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olmak üzere, özellikle Kürt kökenli yurttaşlara da ısrarla “Azınlık” statüsünde siyasi haklar talep etmektedirler. Bu bağlamda Avrupa parlamentosu Türkiye’den sürekli “yeni” bir anayasa talep etmektedir.

Geçen Ocak ayında Avrupa Parlamentosu Türkiye raportörü Oomen Ruijten, "Kürt kökenli 20 milyon halkın meseleleri çözülmeden ülke demokratik olmaz" derken yeni anayasanın bu sorunların çözümünde önemli bir fırsat sunduğunu belirtti.

AB emperyalist güçleri ısrarla; Kürt kökenli ve Alevi olan yurttaşlarımıza Azınlık olarak, yukarıda sıraladığımız, en başta Anadilde Eğitim ve Özerklik olmak üzere PKK’nın taleplerini kolektif bir hak olarak tanınmasını ve bunun da yeni anayasada yer almasını istemektedirler. Bütün bunların yapılmadan Türkiye’nin demokratikleşemeyeceğini iddia etmektedirler.

Gerçekte bu “demokratikleşme” argümanı; yani PKK veya BDP ’nin bu taleplerinin uygulanmalarının demokrasinin bir gereği olduğu iddiası, Türkiye’yi önce istikrarsızlığa ve kaosa sürükleyen sonra Türk ulusunu ve Türkiye’yi bölünmeye götürecek olmasını gizlemeye, halkımızın kafasını bulandırmaya yarayan, bilinçli olarak tartışmaları çarpıtan ve saptıran argümandır.

Bilindiği gibi, Türkiye Cumhuriyetinin yapısı ulusal ve tekil (üniter) bir devlettir. Yani Türkiye Cumhuriyeti devleti tek bir ulusun egemenliğine dayanmaktadır ve siyasi olarak ta merkezi demokratik bir biçimde örgütlenmiştir. Başka bir ifadeyle Türk ulusu; egemenliğini, demokratik merkeziyetçi bir ilke üzerine inşa edilmiş olan bütünlüklü devlet tarafından kullanmaktadır.

Bir ulus devlet içinde vatandaşlar devlete hukuki olarak tanımlanmış bir vatandaşlık bağı ile bağlıdırlar. Bu bağın adı, Türkiye Cumhuriyeti’nde “Türk Vatandaşlığı’ dır. Türk vatandaşlarının devletle olan bu hukuki ilişkilerinde elde ettikleri hak ve özgürlükler ile üstlenmek zorunda oldukları yükümlülükleri, demokrasinin bir gereği olarak eşit olmak zorundadırlar.

Demokratik biçimde yönetilen bir ulus devlette bu eşitlik; etnik, mezhep, cinsiyet vs. temelde oluşan gruplara değil, ancak bireylere, yani vatandaşlara tek tek garanti edilebilir.

Vatandaşların birey olarak devletle ilişkilerinde eşit konumda olmasının anlamı; onların kendi aralarındaki köken, ırk, aşiret, din, inanç, cinsiyet, felsefe, siyasi görüş vs. gibi farklılıkların yok sayılması değil, devletin birey olarak tek tek vatandaşına tanıdığı hak ve özgürlüklerin veya vatandaşların devlete karşı sorumluluklarının eşit paylaşımıdır. 

Halen geçerli olan 1982 Anayasa’sının 10. Maddesine göre Türk vatandaşları arasındaki bu eşitlik bütün hak ve özgürlükler için olduğu gibi elbette aynı zamanda bir siyasi hak olarak “seçme ve seçilme hakkı” için de geçerlidir. Bunun neresi antidemokratiktir?

Devletle ile yurttaşı arasındaki demokratik ilişkinin özü, esası budur. Bunun dışındaki ilişkiler eşitliğe aykırı olduğu için ya demokratik değildirler; ya da o ulus devlet içinde azınlıklara tanınan ayrıcalıklı hak ve yükümlülüklere izin veren istisnai olanlardır.

Eğer devlet; örneğin etnik bakımından Kürt kökenlilere veya inanç açısından Sünni veya Alevi olan vatandaşlarına vs. kısaca bireysel vatandaş olarak herkese değil de grupsal olarak sadece bir gruba ayrı ve ekstra kolektif siyasi bir hak tanırsa, bu durum grupsal eşitliğe aykırı, yani ayrımcı veya bölücü olacağından asla demokratik olamaz!

Öte yandan yok eğer etnik köken, dini inanç veya cinsiyet temelinde bu hak ve özgürlükler sadece bir grup için değil de bütün gruplara eşit olarak tanındığı zaman da bir tek grup için ayrıcalık yaratacak olan bu durum bu defa bütün bir ulusu ayrıştırıp bölecektir. Çünkü ulus, bütün farklılıkları bir araya getiren ortak bir kimlik, bir birliktir. Dolayısı ile grupsal bağlamda kolektif hak tanındığın da; her grup, bu kolektif hakkını elde edebilmek için ister istemez kendi aralarında gruplaşarak ulusal ortak kimliği terk ederek kendi grubuna sahip çıkacaktır.

Özetle bir ulus devlet içinde “Anadilde Eğitim” gibi kolektif siyasi hak talepleri sadeceAzınlık” konumunda olan halk gruplarına tanınan haklardır. PKK veya BDP tarafından dillendirilen ve Yeni Anayasa’ya bir biçimde yerleştirilmeye çalışılan bu kolektif siyasi hak talepleri; ister sadece Kürt kökenli yurttaşlara tanınsın, isterse ulusun içinde yer alan bütün etnik kökenlilere eşit olarak tanınsın, bu durum ister istemez ülkede köken ve ırk temelinde vatandaşlar arasında gruplaşmalara, ayrışmalara neden olacaktır. Dolayısı ile böylece Türk ulusu içinde bütünlüklü kimlik zafiyetiyle birlikte dayanışma, kardeşlik zamanla yok olup, ulus parçalanacaktır!

Bunun da ötesinde 32 çeşit etnik kökenli ve değişik ana dili olan halk gruplarının yaşadığı ülkemizde “Anadilde Eğitim” in uygulanması akıl ve mantık dışı bir olaydır!

Kısaca, demek istediğimiz; bölünme riski, bazıların iddia ettiği gibi, bir paranoya değil, ülkemiz için artık elle tutulacak kadar somut ve reel bir tehdittir!

Özerklik veya aynı anlama gelen “Avrupa yerinden yönetim özerklik şartına konan itirazın kaldırılması” ve Anadilde Eğitim Türk ulusunu ayrıştıracak, bölecek anti demokratik taleplerdir. Bu talepler Türkiye’nin çıkarına değildir. Bu taleplerin dış destekçisi ve kışkırtıcısı aslında ülkemizi parçalayıp küçültmekten çıkarı olan emperyalist güçlerdir. Çünkü bu talepler en fazla onların çıkarınadır.

PKK ve etnik şoven Kürtçüler; emperyalizmin desteğinde, terör eşliğinde Türk ulusunu bölmek için illa ki bu talepleri kabul ettirmeye çalışarak emperyalizme maşalık yapmaktadırlar.  Son zamanlarda akbabalar gibi bir biri arkasında Türkiye’yi ziyaret eden Merkel’ler, Gabriel’ler, Kerry’ler tam da AKP-PKK ortaklığında anayasa “yeni” anayasa yazım sürecine denk düşmesi asla bir rastlantı değildir! Bu emperyalist sözcüleri, büyük devlet olarak bölücülere işlerinde cesaret vermektedirler.

Türk ulusu olarak kurtuluş ve yeniden doğuş tarihimizin siyasi koşullarını ve onun temel belgelerini asla unutmamalıyız! Bu tarihimizin temel siyasi belgesi Lozan antlaşmasıdır!  Lozan’a göre  “Azınlık” statüsü Türkiye’de sadece gayri Müslimlere tanınmıştır. Hem Kürt kökenli yurttaşlar, hem de Alevi inancını yüreğinde taşıyan yurttaşlarımız Türkiye Cumhuriyetinin asli kurucularıdırlar.

Özellikle AB ve ABD emperyalistlerinin; Müslüman olan Kürt kökenli yurttaşları ayrı bir ulus olarak; yine İslam’ın içinde önemli bir mezhep olan Alevilik tarzı inanca sahip vatandaşları da İslam dininin dışında tanımlamaya çalışarak kendi aralarında gruplaştırarak “azınlık” konumuna getirme çabaları, Türk ulusunu bölüp parçalayarak, Lozan antlaşmasını da yırtıp atmaya yöneliktir.

Terörist PKK ve yandaşlarının dışında, vatansever Kürt kökenli yurttaşlarımızın büyük çoğunluğu ve alevi yurttaşlarımızın hemen hemen tamamı emperyalistlerin bu tuzağına asla düşmemişlerdir; düşmeyeceklerdir!

Yaşasın Türk ulusunun birliği!

Yaşasın Atatürkçü Cumhuriyet!

Mehmet.Cagirici@PolitikaDergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.