Mart 2014

28 Şubat, Geleceğimiz ve Türkiye

Yazar: 
Bayraktar BAYRAK

28 Şubat kelimenin tam anlamıyla bir faciaydı. Yıllarca ülkemiz üstünde çalışmış ve biz Türk Milletini analiz etmiş olan toplum mühendisleri, " yumuşak karnımızdan" yani "İslam" üzerinden fitili yaktılar. Demokrasiyle gelen RP-DYP koalisyonunun kurulmasının ardından bu dönemde yaşanan bazı olaylar 28 Şubat sürecini ülkemize yaşatmıştır. Erbakan'ın Kaddafi'nin çadırında sarf ettiği sözler, Ankara'da "şeriat isteriz" diye bağıran aczmendiler, Erbakan'ın başbakanlık konutunda tarikat liderlerine verdiği yemek ve daha bunun gibi laik bir devletin kaldıramayacağı olaylar 28 Şubat’ı kaçınılmaz hale getirmişti.

Vicdani Ret ve Cezaevi

Evvelki gün sabahın erken saatlerinde üniversiteye giderken yerel bir radyomuzda ilginç bir konuyu dinledim.

 

Konuşanlardan biri, daha doğrusu soruları soran yılların başarılı program sunucusu ve medya mensubu, benimde eski ve kıymetli dostum İsmet Özgüren idi. Konuk ise Murat Kanatlı… Vicdani Ret konusunu gündeme taşıyan ve Mahkeme tarafından 10 gün hapis cezası verilen Yeni Kıbrıs Partisi (YKP) Örgütlenme Sekreteri…

 

Çocuklarım ile yaklaşık aynı yaş grubunda olduğu için kendisine yazımda “Murat” olarak hitap edeceğim. Umarım kızmaz ve gücenmez.

 

Murat’ın babası eski bir politikacı. Yaşamını sürdürdüğü yerde herkese iyiliği dokunmuş saygın bir doktor. Benim de hem Larnaka Bekir Paşa Ortaokulu’ndan hem de Mağusa Namık Kemal Lisesi’nden okul arkadaşım. Annesinin gelinlikle uçaktan inişi o günlerde gazetelerimizin ön sayfalarında yer almıştı. Özetle ailesini çok iyi tanıdığım bir kişi Murat.

Diktatör!

Medyada görüyor, duyuyoruz. Başbakan için diktatör diyenlerin sayısı hızla artıyor. Acaba başbakan gerçekten diktatör mü? Kendisine sorarsanız değil. Bir konuşmasında hakkında yazılanları ima ederek “eğer ben diktatör olsam siz bunları yazamazdınız”, diyor.

Bu ifade onun diktatör olup olmadığını anlatmıyor ama günümüzde değil de en az yüz yıl evvelinde yaşadığını kanıtlıyor. Her nefeste evrim yapılan hız dünyasında örneği hala bir zamanların diktatörleri olan Hitler ve Mussolini. Oysa ister istemez her şey gibi rejimler de evriliyor.

Eski diktatörler, yanlarındaki bir avuç yönetici ve polisle ülkede astığını asıyor, kestiğini kesiyordu. Bu gün durum pek de öyle değil. Diktatörün rejimini sürdürebilmesi için kendini destekleyen veya susup görmezden gelen halk kitlesine ihtiyacı var. Bu kitle ne kadar büyük olursa diktatör o kadar sakin oluyor. Taraftar sayısı azaldıkça hele hele birileri diktatörün tatlı işlerine çomak soktukça asabileşiyor, asıp kesiyor. Tabii ki bu asıp kesme işini uluslar arası ilişkilerden dolayı bazı kılıflara sokmaya çabalıyor. Genellikle bu işi polis müdahalelerine, çatışmalara monte etmeye çabalıyor.

Politika Dergisi - (İrfan Şahinbaş Sahnesi) - Ali Hakan Beşen Mülakatı

PD Roportaj Ekibi: 
Fikretcan UYAR

Soğuk bir Salı sabahına Berkin’imizin ölüm haberiyle uyandım. Hep bir umutla gözünü açmasını beklediğimiz güzel kardeşimizi kaybetmiştik.16 kiloya düşen bedeni daha fazla dayanamamıştı.Tüyler ürperten,içimde derin sancılar oluşturan bir haberdi.İrfan Şahinbaş’a gitmek istemedim başta,ruh gibiydim.Fakat sonra onun o küçük bedeniyle nasıl direndiğini,bize nasıl bir direnç ruhu aşıladığını hatırlattım kendime.Ne olursa olsun,nerede olursa olsun haksızlıklara karşı direnmeliydik.

İrfan Şahinbaş Sahnesi’nde de bir haksızlık oluyordu.Ağaçlar inşaat şirketinin talimatıyla yerle bir ediliyor,orada yaşayan canlılar katlediliyordu.İrfan Şahinbaş’a ulaştığımda havada polis helikopterlerinin o sinir bozucu sesini işitiyordum.Kızılay’a gitmek isteyen ODTÜ öğrencilerine saldırıyorlardı.O gerginlikte oraya ulaştığımda kapıda güvenlik görevlerinin nazik tavrı yumuşattı biraz beni.Çok yardımcı oldular,birkaç prosedürden sonra da yıkımın yaşandığı alana ulaştım.

Orada değerli tiyatro sanatçısı Ali Hakan Beşen’le yıkım sürecini konuştuk.

Politika Dergisi - Ahmet Nuri Çoker Mülakatı

PD Roportaj Ekibi: 
İhsan SEFER

 

 

 

İhsan SEFER:  Öncelikle Politika Dergisi adına görüşme talebimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Ahmet Nuri Çoker kimdir, kendini nasıl tanıtır?

 

Ahmet Nuri ÇOKER: 1960 Ankara doğumluyum. Bahçelievler Deneme Lisesinde okudum.
ODTÜ’den 1984 te lisans diploması aldım. 2 sene Orta Anadolu Rafinerisinde ve 2 sene baraj projecisi olarak çalıştıktan sonra, 1989 ‘da ODTÜ Su Kaynakları Lab.’ından Yüksek Lisans Diploması aldım. Yurt içinde pek çok ilimizde ve yurt dışında Irak, Libya, Cibuti ve Riyad’ da mesleki çalışmalar yaptım.

 

İ.S. : Sizi Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olmaya iten etkenler neler?

A.N.Ç. : Siyasetle ilk temasım HEPAR ile 2013 yılında oldu. Türkiye’nin ve dolayısı ile Ankara’nın içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik sorun sarmalında vatanımız bir şeyler yapabilmek ve bunu, tüm yurtta gerçektende saygı duyulan, çağdaş ve güçlü bir lider ile yapmak
 ve nihayetinde bu günkü dünyada da sorunların kaynağı olan ülke ve fikirlere karşı Kurtuluş Savaşı  vermiş  ve kazanmış olan Mustafa Kemal Atatürk, silah arkadaşları, Türk milleti  ve Kurtuluş Savaşı Gazi’si rahmetli dedem Osman Nuri bey’ e olan borcumuzu bir nebze ödeyebilmek amacı  ile siyasete girmiş ve bu göreve talip olmuş bulunuyorum.

Medya ve Hapis Cezası

Düşünürler, filozoflar ve teorisyenler sanki de ağız birliği etmişçesine bir ülkede yönetim tarzının “Demokrasi” olarak tanımlanabilmesi için altı koşulun fiilen ve kısıtlanmadan bulunması gerektiğini söylerler. Bazıları da ikisini bir sepete koyup, koşulları beşe indirgerler.

 

Bu "Demokrasi" için olmazsa olmaz olarak tanımlanan koşullar her ne kadar hayatımızın ve yaşadığımız ülkenin koşulları içinde olağan görülse de, BM'ye kayıtlı 196 ülkenin büyük bir kısmında yok. Olmayınca, yaşanmadığı içinde bu ülkelerde yaşayan halklar tarafından pek de bilinmiyor. Getirilmek istendiğinde de müthiş bir direnç gösteriyorlar, son 23 yılda Irak'ta yaşananlar gibi.

Beyaz Saray ve KKTC

Günümüzde yaşanan süreç içinde KKTC Dışişleri Bakanının ABD'ye, ABD'nin Lefkoşa Büyükelçisi ile birlikte gitmesi ve ABD yönetiminin üst düzey yetkilileri tarafından kabul edilip görüşmeler yapması iyi bir gelişme.

Bu ziyarette nelerin konuşulduğu ise çok daha önemli. Bilgi mi verdi, talimat mı aldı eğer tutanak tutulduysa, ortaya çıkar, yok tutanak tutulmadan görüşmeler yapıldıysa zaten hiçbir siyasi değeri ve geçerliliği yoktur bu "resmi" görüşmelerin. Ya Kahve içilmeye gidilmiştir ya da talimat almaya… Gerçekte nelerin olduğunu ve nelerin konuşulduğunu zaman gösterecek.

Rum basınında geçmiş aylarda yer alan bir yazı içerisindeki kelimelerin arasında, KKTC bakanlarından birinin Rum lider Anastasiadis ile "KKTC'de mevcut bir siyasi partinin üst düzey yöneticisi" sıfatı ile görüştüğü ve kendisinden KKTC Cumhurbaşkanı "Eroğlu'nun Müzakere ekibinde yer almasına itirazının olmadığını" iletmesini rica ettiği yazıyordu. Bugüne değin bir yalanlama veya tekzip çıkmadığına göre bu satır araları içindeki bilgide doğruluk payının bulunduğu yüksek bir olasılık.

Ukrayna Olayları ile “Kürt Sorunu” Arasında Bir Bağ Var mı?

Ukrayna’da geçen sene Kasım ayı sonundan itibaren demokratik olarak seçilmiş olan Yanukoviç’ e karşı şiddete dayanan isyan;  Mart ayı başında bir sivil darbe ile sonuçlandı. Darbeyle devlet Başkanı Yanukoviç, başkanlıktan azledildi ve hükümet parlamento tarafından düşürüldü. Eski muhalif lider i ulija Timoşko ise hapisten serbest bırakıldı.

Demokratik meşruiyetle seçilen Yanukoviç’ e karşı İsyanı başlatanlar; Ukrayna meclisinde % 10 milletvekilliği ile temsil edilen aşırı milliyetçi-faşist Swobada (Özgürlük) partisi, Almanya’da profesyonel bir boksör olan  Wladimir Kliçko’nun partisi Udar (Demokrasi için İttifak)  ve nihayet yolsuzluk nedeniyle hapis yatan ulija Timoşko'nun Ana Vatan Partisi nin ortaklığı idi. Faşist Swobada partisi, oldukça güçlü silahlı militanları olan ve bu militanların Çeçenistan ve Kosova’daki iç savaşlarda çarpıştığı alenen bilen bir partidir.

31 Mart... Yerel Seçim Sonrası…

Ülke olarak çok önemli bir dönemeçten geçiyoruz. Muhakkak ki 31 Mart'tan itibaren hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Özellikle batının sürekli yenilediği sosyal projelerinde küresel yaşamın yerinde sayması bile söz konusu değilken AKP iktidarının, özellikle onun başındaki yarı padişahın ülkeyi en az ikiyüz yıl geri götürme çabalarının da günün birinde duvara çarpacağı kesindi.

Her ne kadar batı kendi organize ettiği bu yerinde sayma projesinde Erdoğan’ın geri götürme çabalarına bir ölçüde de olsa destek verme adına toslayacağı duvarı sürekli geri çekmişse de artık sona gelinmiştir. Batının da duvarı çekebileceği yer kalmamıştır. Bu itibarla kendi başarısızlıklarını ortakları Erdoğan’a yıkarak özellikle kendi halklarından almakta oldukları tepkileri bir ölçüde de olsa yavaşlatma kararındalar.

Dini Liderler ve Kıbrıs'da Barış Yolu

Cenevre'de Kıbrıs'ta var olan dinlerin liderlerinin yaptığı toplantı çok önemli. İlk kez Kıbrıs sorununun çözümüne dini liderler de "Barış çağrısı" yaparak etkili bir katkı koyuyorlar.

Geçen yıldan beridir Kıbrıs adası üzerinde yaşamakta olan insanların dini inanışlarına ve ibadete ilişkin sorunları ile dini liderler arasında sürdürülmekte olan bir diyalog süreci var.  Gerçekte bu sürecin başlangıcı 3 yıl evvelsine kadar gidiyor.

Geçen ay içinde, adada mevcut dört farklı dini liderin bir araya gelebilmesi ve diyalog kurabilmeleri aşamasına gelene kadar son üç yılda yaşanan dini yakınlaşma ve barışa katkı yolundaki çabaların, Kıbrıs Rum kesiminin siyasi parti lideri gibi davranan Rum Ortodoks Kilisesinin başı Başpiskopos II. Hrisostomos'u yumuşattığı kesin.