Balyoz Davası Kime ve Neye Darbe Vurdu?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Geçtiğimiz hafta ikibuçuk yıl devam eden Balyoz davası sonuçlandı. Sanıklar 16 ila 20 yıl arasında ağır hapis cezalarına çarptırıldı. Kamuoyunda ve basında mahkemenin verdiği karar değişik açılardan değerlendirildi.

Büyük çoğunlukla hukuki açıdan adil olmayan bir yargılama sonucu verilmiş adil olmayan bir karar olarak algılandı. Fakat bence davanın asıl önemli olan yönü, bu davanın bir siyasi bir dava olması ve ülkemiz için doğuracağı siyasi sonuçlarıydı.

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek ve eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına'yı ''Türkiye Cumhuriyeti icra vekilleri heyetini, cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek'' suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırdı.

Sanıkların kasıtlı ve bilinçli hareket ettiği kanısını taşıyan Balyoz davası yargıçları, sanıklara ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını layik gördü. Elbette bu karar nihai karar değildi ama, bu aşamada bile bu karar kamuoyunda Balyoz etkisi yapan bir karar oldu.

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi savcısının iddiasına göre Balyoz darbe planı, Mart 2003 ayında 1.Ordu Komutanlığı'nda dönemin Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini devirmek için yapılan askerî darbe plandı.

Balyoz darbe planı ilk olarak Taraf gazetesinin Ocak 2010 tarihinde Mehmet Baransu, Yıldıray Oğur ve Yasemin Çongar imzalı haberiyle gündeme geldi. 2003 tarihli "Balyoz Harekât Planı" başlıklı, nasıl ve nerden temin edildiği bilinmeyen bavullar dolusu belgeler Mehmet Baransu tarafından savcılığa taşındı. İddialara göre plan, dönemin 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın liderliğindeki cunta tarafından hazırlandı.

5000 sayfalık belgelerde Fatih ve Bayezid Camiilerinde bomba patlatılarak hükümetin sıkıyönetim ilan etmeye zorlanması, Yunanistan hava sahası üzerinde bir Türk jetinin düşürülerek halkın galeyana getirilmesi ve darbe sonrası demokrat görüşlü gazetecilerin tutuklanması gibi planların olduğu ileri sürülüyordu.

Bu haber üzerine harekete geçen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlatmış ve soruşturma sonucu açılan davaya 19 Haziran 2010' da İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinde başlanmıştı.

Balyoz davası sürecinde delillerin sahteliği bilirkişi raporları ile defalarca kanıtlanmasına, sanıkların savunma hakkının mahkeme heyetince defalarca alenen çiğnenenmesine rağmen sonuçta aynı mahkeme 21 Eylül 2012'deÇetin Doğan, Özden Örnek ve İbrahim Fırtına'nın da aralarında bulunduğu 365 sanıktan 325'ini "Türkiye Cumhuriyeti icra vekilleri heyetini, cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum etmiş ancak "eksik teşebbüs" nedeniyle çeşitli cezaî indirimlere gitmiştir.

Görevli olduğu dönemde Balyoz iddinamesini şiddetle protesto eden Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ, sonradan Ergenekon davasıyla birleştirilen “İnternet Andıcı” davasından halen tutukludur ve Ergenekon davasında yargılanmaktadır.

***

Balyoz davası ile ilgili kamuoyunda ve ana muhalefet çevrelerinde egemen olan genel kanı, bu davanın bir siyasi dava olmasıdır. Peki, hangi açıdan bu dava siyasidir ve siyasi sonuçları nedir?

AKP iktidar yanlılarına göre Balyoz davası ordunun Türk siyaseti üzerindeki vesayetine indirilmiş ağır bir balyoz darbesidir. Gerçekten öyle midir? Burada ordumuzun siyasetteki vesayeti konusunu tartışmamız gerekmektedir.

89 yıllık cumhuriyet tarihinde, özellikle ikinci yarısında TSK üyesi subayların örgütlü olarak siyasete çeşitli biçimlerde müdahale ettiği, darbe yaptığı bir gerçektir. 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 Muhturası, 12 Eylül 1980 faşist darbesi ve nihayet zamanın hükümetini baskı altına alan 28 Şubat 1997 MGK kararları bu darbe ve müdahalelere açık tarihsel örneklerdir.

Ordunun subayları tarafından siyasi erke yönelik müdahaleler “Darbe” ve “Muhturalar” vs. çeşitli biçimlerde olduğu gibi, bu müdahalaler; nitelik, amaç, sonuçları bakımından da farklılıklar göstermiştir.  Örneğin 27 Mayıs 1960 hareketi Kemalist bir nitelik taşıyarak ülkeye daha demokratik sonuçlar getirdiği gibi, 12 Mart 1971 Muhturası ve 12 Eylül 1980 darbesi, halen ülkenin taşıdığı antidemokratik ve faşist sonuçlar doğurmuşlardır.

Ordunun siyasete müdahalelerini genelleştirerek diyebiliriz ki bu müdahleler, TSK’nın Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kuruluşunda kendisinin büyük hizmetleri olan Türkiye Cumnuriyeti’nin koruma ve kollanmasını kendisine ana görev edinmesinden kaynaklanmaktadır. Ancak 27 Mayıs hariç tüm diğer müdahaleler, yüksek rütbeli komutanlar tarafından bu iyi niyetleriyle yapılmış gibi görünseler de özde emperyalizm ve ülkedeki işbirlikçi çevreler tarafından provoke ve bu görevin istismar edilmesiyle meydana gelmişlerdir.

NATO üzerinden emperyalist çıkarlara hizmet etme tuzağına düşme riski taşıyanTSK’nın komuta heyeti, 1991 sonrası SSCB ve Varşova Paktı’nın dağılmasıyla bu konumlarını sorgulamaya başlamışlardır. Öte yandan 1991 öncesi Türkiye’ye ve TSK’ya komünizme karşı ileri bir karakol rolünü vermesi nedeniyle Türkiye’nin istikrarlı gelişimi ve TSK’nın güçlü olmasından şikayet etmeyen emperyalizm, 1991 sonrası bir İslam dünyasını denetleme projesi olan “Yeşil Kuşak” çerçevesinde Büyük Ortadoğu Projesini(BOP)nin en büyük engeli olarak Türk Silahlı Güçlerini görmektedir. Yani emperyalizm; artık güçlü bir TSK değil, tam tersine zayıf, savaşamayan, kendi işbirlikçisi yerli gerici güçlerin denetiminde olan bir TSK istemektedir. BOP’un gerçekleşme şansı en çok bu faktöre bağlıdır.

İşte Ergenekon, Balyoz, Ay Işığı, Sarı Kız, Casusluk Davası vs. gibi benzeri davaların asıl amacı, Türk Silahlı Güçlerini içerden, siyasallaşmış yargı üzerinden vurmaktır. Özel Yetkili Mahkemeler bir anlamda AKP iktidarı tarafından salt bu amaç için 2005 yılında Devlet Güvenlik Mahkemelerinin başka ad altında devam ettirilmesidir.

Balyoz davası karaları Ergenekon ve diğer Türk Silahlı Kuvvetler üyelerini hedef alan davalar için de bir örnek oluşturmaktadır. Yarın bu davalar için de sanıklara ağır cezaların verileceği kilisedeki amin kadar muhakkaktır!

Ordusu olmayan veya çok zayıflayan bir ulusun bağımsız ve özgür olma şansı yoktur. İnsanlık tarihi bunu defalarca kanıtlamıştır. Kaldı ki Türk Ordusu bir halk ordusudur ve Türk ordusu Türk ulusunun, Türkiye Cumhuriyeti devletinin adeta bir ebesidir.

Emperyalizm ve yerli işbirlikçisi gericiler Türk ordusunun “Cumhuriyeti Koruma Ve Kollama” içgüdüsünü ve asil görev duygusunu istismar ederek zaman zaman onu kendi çıkarlarına uygun müdahlelere itmekteler, daha sonradan da bunu demokrasiye aykırı “askeri vesayet” olarak değerlendirerek ordumuzu yıpratıp zayıflatmaktadırlar.

Yaşadığımız kritik çoğrafyada Türkiye Cumhuriyetinin mutlaka güçlü bir orduya ihtiyacı vardır. Güçlü bir TSK bağımsızlığımızın,  özgürlüğümüzün, ulusal birlik ve bütünlüğümüzün en sağlam güvencesidir. İşte şimdi “Balyoz” bu güvenceye haince ağır bir darbe indirmiştir!

 

Mehmet CAĞIRICI

mehmet.cagirici@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.