Faşizm ve Bağnaz Düşünce

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Yamaç Kona

   Öncelikle Orta Çağ Avrupası’nı incelemekte fayda var.

 

   Orta Çağ; Avrupa'nın karanlık çağıdır, skolastik düşüncenin Avrupa'ya hakim olduğu çağdır. Akılcılıktan, pozitif bilimden uzak, muhafazakâr, gelenekçi, beyni yıkanmış, bağnaz bir halkı temsil eder bu çağ Avrupa tarihinde. Hristiyan kilisesinin egemenliğinde geçen bu çağda,  kilise fikirlerini halka enjekte edebilmek için, baskıcı bir politika uygulamış, kendisini Avrupa'nın hükümdarı konumuna getirmiştir.

 

   Elinin altında büyük güç toplayan kilise, halka kendi doğrularını dayatıp, halka at gözlüğü takmış ve bundan yararlanarak cahil bırakılan halkı kullanmıştır. Skolastik felsefe bağnaz halk kitleleri yaratır, bu nedenle bunu halka enjekte eden bir nevi halka istediği her şeyi yaptırabilir. Orta Çağ Avrupası’nda da böyle bir durum söz konusudur. Skolastik felsefeyi halka enjekte eden kilise, halkın parasını, iş gücünü sömürmüş, onurunu ayaklar altına almıştır. Zamanında dayatılan bağnaz felsefe nedeniyle halk sessiz kalmış, sömürülmeye mahkum olmuştur.

 

   Halkı köleleştirmenin en kolay yolunun skolastik düşünceyi; halkın dini inançlarıyla, olmadı baskıcı bir rejimle halka enjekte etmek olduğunu farkına varan kilise, egemenliğini devam ettirebilmek için eğitimi tek-doğruculuk üzerine kurmuş, insanların düşünmesini engellemiş ve yeni fikirlerin çıkmasına fırsat vermemiştir.

 

   Eğitimde skolastik düşünce yolunu izleyen okullar, kilisenin gücüne güç katmış ve yaratılma amaçlarına ulaşmışlardır. Bağnaz eğitim sistemi tarafından küçük yaşta işlenmiş beyinler, yeni fikirler peşinde koşmamış, kendisine verilen kültürü ve bilgiyi sorgulamaksızın körü körüne kabul etmiştir.

 

   İnsanlar bu çağda kendi akıllarını kullanma cesaretini gösteremiyordu. Kilisenin hayatın her yerine yerleştirdiği, küçüklükten itibaren beyinlere işlediği, 'kilise doğrularıyla' yaşayan halk, adeta beynini kullanmayı unutup, sömürgeci yapı içerisinde acımasızca kullanılmış ve yitip gitmiştir. İnsanı her türlü sömürmekte olan (maddi ve yaşamsal) bu yapı, insana dayattığı bağnaz düşünce sistemi  nedeniyle hiç tepki görmemekte, tıkır tıkır işlemektedir.

   Ancak tarih hep değişimlere tanıklık etmiştir. Kültürel yozlaşmaya, aydınlanmaya, çöküşe ve yükselişe, yaşama ve ölüme, öfkeye ve akla, yani her şeye tanıklık etmiştir.

 

   Tarihte bir yerlerde bir hata oldu ve bu çok sağlam görünen baskıcı rejime karşı kitleler ayaklandı. Orta Çağ Avrupası'ndaki baskıcı, teokratik yönetimlerin yıkılması, yapılarına bakıldığında çok olasılıksız geliyordu; çünkü bu sistemler ne yeni bir düşünce sistemine yer veriyordu, ne de insanları insandan sayıyordu. Vatandaş, insandan sayılmıyordu ve bu, halkın yöneticisine başkaldırmaya hakkı olmadığını vurguluyordu.

 

   Devleti yönetmesi gerekenler, halkı sömürüyordu…

 

   İşte böyle bir ortamda ilerleme asla mümkün değildir. Baskıcı otorite böyle bir ortama asla izin vermiyordu. Ortada her konuda sadece tek-doğru vardı. Bu tek-doğru; değiştirilemez, inkar edilemez, çarpıtılamaz ve farklı yorumlanamazdı. Yani bu kıtada pozitif bilimlere yer yoktu. Böyle otoritelerin hakimiyetinde olan bir kıtada bilimsel gelişmelerin, fikri ilerlemenin ve kültürel ilerlemenin gerçekleşmesi mümkün değildir.

 

   Ancak halk her ne kadar öyle kabul görmese de insandı

 

   Ve birileri uyandı…

 

   Yıllarca bilgi üzerine bilgi, fikir üzerine fikir kondu…

 

   Sonunda tüm insanlık üzerinde domino etkisi yaratacak olan Fransız Devrimi gerçekleşti. Yılların ezilmişliği ile halk özgürlüğünü aradı. Tüm Avrupa halklarına esin kaynağı olan bu kanlı devrim, bir çağı kapatıp; Avrupa'nın ıstırap ve karanlıkla dolu utanç çağını kapatıp ve Avrupa'da özgür düşüncenin hakim olacağı, pozitif bilimlerle ilerleyen, fikir özgürlüğü olan, insanoğlunun bilgi birikimini katlayarak arttıracağı bir Aydınlanma Çağı'nın kapısını araladı.

 

   Bu ihtilal tüm Avrupa halklarının devrimidir. Özgürlük, adalet, eşitlik isteyen halkın amacına ulaşmasıdır.

 

   Avrupa'da bu değişimler yaşanırken Osmanlı Devleti kendi bildiğini okumaya devam etmekte ve bağnaz düşüncenin tutsaklığında bilimsel, hukuksal ve toplumsal gelişimde yerinde saymakta, Dünya'ya ayak uyduramamaktadır. Osmanlı'nın sonuna neden olan budur. Avrupa'ya ayak uyduramayan, gelişemeyen, baskıcı, sanayileşememiş ve dinle körleşmiş Osmanlı, dünya toplumlarını takip etmeyerek kendi sonunu getirmiştir.

 

   Skolastik dönemi ve Avrupa'da bu dönemin sonlanışını inceledik. Şimdi bunları günümüze bağlayalım…

 

   Skolastik dönemin Avrupa'da sonlanmasının ardından Avrupa büyük bir gelişme sürecine girdi, tabii Amerika da…

 

   Bir 2'li piston gibi dengelenmeye başladı dünya; batı çağdaşlaşırken, doğu ilkelleşti.

 

   Batının gücü arttıkça saldırganlığı da arttı. Avrupa sömürgeciliği hızlandı, güç kazandı ve daha da saldırganlaştı.

 

   Doğu ise gittikçe ilkelleşti. Bağnaz düşüncenin tutsaklığına girdi, gelişmedi, yerinde saydı. Ama dünya gelişiyordu ve doğu üzerine çullanmaya hazır olan güç, tetikte bekliyordu. Gittikçe güçlenen Avrupa sömürgeciliği Orta Doğu'ya sıçradı. Osmanlı, tarihin bu bölümünde dört yanı sırtlanlarla çevrilmiş ilkel ve barbar bir devlettir. Ekonomisi çökmüş, dışa  bağımlı, baskıcı, yönetilemeyen bir devletin dört yanını sarmış sırtlanlarla tek başına mücadele etmesi imkansızdı. Topraklarını kaybetmeye başladı, daha da güçsüzleşti. Saygınlığını yitirdi. Osmanlı Devleti bu gidişata karşı olarak dünya üzerindeki aşırı hassasiyetten yararlanarak denge politikası uyguladı. Ancak, tabii ki bu da Osmanlı Devleti'ni kurtaramazdı. Böylece 1922'de Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde gerçekleştirilen Kurtuluş Savaşı'nın bir sonucu olarak saltanatın kaldırılması ile son bulup yerine yeni bir Türk Devleti kuruldu.

 

   Ülkemiz tam da dünyanın bu geçiş dönemine rastlayan kuruluş tarihi ile kültürel açıdan ilginçtir. Coğrafi bakımdan doğu ile batı arasında bir köprü olan ülkemiz, tarihi nedeniyle bu geçiş döneminde 'geri' bir devletti. Ancak Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün 'muasır medeniyetler seviyesine' ulaşma amacı ile Türkiye batılı bir devlet oldu ve çağını yakaladı. Bunun koruyuculuğunu ise gençlere verdi; Türk gençlerine…

 

   Tabii ki bu dünyada hayal edilen sistem de beklenmeyen bir şeydi. Doğu 'ilkel' batı ise 'çağdaş' olmalıydı. Atatürk planı bozdu ve ülkesini çağdaş bir devlet haline getirdi. Avrupa'nın tüm doğuyu tekrar sömürgeci bir yapı altına alma hayalleri suya düştü; çünkü bundan etkilenen diğer doğulu devletler de çağdaşlık yolunda ilerlemeye başladı.

   Batının şu an dünya egemenliğini ele geçirmesi önündeki en büyük engel budur ve batı bu engeli yıkmak için uzun süredir çalışmaktadır. Kısmen başarılı olduğunu da görmekteyiz…

 

   Türkiye'de yıllardır baskıcı ve bağnaz bir rejim hakim. Halkı gittikçe sindiren, yok eden, bilgisizleştiren ve çağdaş olmayan bir nesil yetiştiren bir rejim. Medyayı sindiren ve ele geçiren, vatandaşı susturan, halkına orantısız güç kullanan, kafatasçı, İslamcı bir Türkiye var karşımızda, çağdaş olmayan bir Türkiye…

 

   Sonuç olarak da tabii ki sömürülmeye ve yabancı egemenliğine açık bir Türkiye. Çağdaş olmayan bir ülkenin sonu budur.

 

   Bu gerileştirme süreci batı tarafından sadece AKP döneminde yürütülmedi. Bu süreç, çok öncesinden beri yürürlükteydi. AKP gibi bir partinin iktidar olması sadece bu sürecin 'tıkır tıkır' işlediğini gösterir.

 

   Ülkemiz ilkelleştiriliyor! Savunması düşüyor! Halk zombileştiriliyor, halk sindiriliyor. Uyanın ve uyandırın. Daha fazla sindirilmeye izin vermeyin. Eğer bu ülkenin halkı, bu ülkenin gençleri sindirilirse ülkemizin geleceği ne olur dersiniz?..

 

iletisim@politikadergisi.com

 

Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 9’da yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 9’u indirmek için buraya tıklayınız. 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.