Düm Teka—Düm (Tek) Tek: “Yobazgaz”

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Naile DUMAN

   Şeytan da bir melekti neticede ve tanıdığımız her şeytanın tanıyamadıklarımızdan daha faydalı olduğunu öğretti bize, biten bir sene, yine! Umutlarımız vardı yeni yıla dair. Eski yılı uğurlama hazırlıklarımız bir ay öncesinden başlamıştı. İyisi ve kötüsü ile gidiyordu ve biz sadece el sallayacaktık. <?xml:namespace prefix = o />

   El salladık düşen bombalara. Kardeşlerimiz ölüyordu, çocuklarımız ölüyordu ve biz el sallıyorduk giden yıla, giden ruhlara. Yine kırmızıydı yaşam; ama bu defa aşkın değil, savaşın rengiydi kırmızı. Erkeklerin savaş kararı aldığı, erkeklerin savaştığı bir dünyada bu acımasızlığın bedelini ödeyenlerdi çocuklar, kadınlar… Neden yok olduklarını bilmiyorlardı derin uykuya daldıklarında? Ecelin her zamanki adı “savaş”tı. Tekerleme dolanıyordu dilimize; “savaş aldı götürdü, satamadan getirdi”. Bekliyorduk yeni yılda belki gelirler diye; ama savaş şeytandan da acımasızdı, aldığını bir daha geri getirmiyordu. Filistin ağlıyordu, Afrika ağlıyordu, Türkiye ağlıyordu, dünyanın timsah gözyaşlarını silmekle geçirecektik yeni bir yılı daha! Yeni yıla girerken büyük patronlar işbaşındaydı ve insan hakları da Noel tatiline çıkmıştı muhtemelen!

   Türkiye’de ölmek için ise savaşa hiç gerek yoktu. Terör vardı, biliyorduk; ama sadece PKK terörü değildi yaşadığımız. Yaşamımıza dâhil olan her şey, bir süre sonra terör olmaya başlıyordu. Doğalgazdı son terörist ya da biz onun olduğunu sanıyorduk. Doğal bir gaz, doğal olarak, doğal ölümlere neden oluyor sanarak avutuyorduk kendimizi. Ama eşeledikçe öyle olmadığını da gördük. Doğalgazın doğaüstü yeteneklere sahip yöneticileri vardı ve ‘can’ı kategorize ediyorlardı. Aslında buna da alışıktık. Yani şekildi şeklimizi bozan, biliyorduk; ama bu kadarına da ‘pes’ der olduk. Hani türbana göre inançlı ya da inançsızdık; sakala göre, sarığa göre… Gördük ki ölürken çıplak ölmek gibi bir lüksümüz de yoktu. Mümkünse ne zaman öleceğimizi bilmeden, o an ölecekmişiz gibi iki kat giysiyle dolaşacaktık yaşam içinde. Gaz sızıntısı ile ölürken, öldüğümüzü bilmeden bunalırsak; yakamızı, bağrımızı açmayacağımız dersini de aldık. Ama Allah biliyor ya, onların yalancısıydık. Çıplak değildik; ama ne zaman kız-erkek bir araya gelsek; gülsek, eğlensek uçkurlarıyla baktıkları yaşamda yerimizi hazır ediyorlardı. Önce etiketi yapıştırıyorlar, sonra da biletimizi kesiyorlardı. Allah’tan; Allah’a hiç iş düşmüyordu. Sonra adına ecel diyorlardı. Oysa ecel kapının önünde içeri girmelerini, kapıyı kırmalarını, bağırmalarını, camlarını kırmalarını bekliyordu. O kadar da vakit veriyordu; o işinin başındaki, görevini yapan kullarına. Ama kul bu; hele de kaybetti ise vicdanını, hele de gönül gözüyle değil uçkuruyla bakıyorsa hayata ne ecel dinliyordu ne vakit! Bre kâfirler diyordu ve kesiliyordu ip! Bu kadar ucuzdu insan hayatı.

   Aynı dinin mensubu az inanan Müslümanlar olarak biz açıyorduk Kur’an’ı ve Nur Suresi’nin 15. ayetine kadar geliyorduk 1. Ayetten başlayarak. Diyordu ki: “Hani o iftirayı dilden dile dolaştırıyor; hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyleri ağzınıza alıp söylüyor ve bunu önemsiz bir iş sanıyordunuz. Hâlbuki bu Allah katında en büyük bir günahtır”. Bunu az inanan Müslümanlar olarak biz biliyorduk; peki, o çok dindar olduklarını söyleyenler başka bir kitaba mı inanıyorlardı? Başka bir din vardı da bizim mi haberimiz olmamıştı? Şaşıyorduk… Gözlerimizin içine bakarak yalan söylüyorlar, iftira atıyorlar, sonra da en lakayt ve kravatsız halleriyle “Cuma kaçıyor” deyip gidiyorlardı. Vatandaşa bu kadar saygılı yönetici, yöneten hiç görülmedi!

   Tüm bunların hepsi yeni yıl şakasıydı. Birazdan bir kravatlı yetkili çıkıp “apartmanda gaz sızıntısını fark eden dairenin ihbar telefonu üzerine geldik, tüm apartmanı tahliye ettik, ölü yok” diyecek diye bekliyorduk.  Oysa, kötü bir şakanın seyircileri olmuştuk. Yeni yılı yedi ışığı söndürerek karşılayacağımız hiç aklımıza gelmemişti. Tepkisizliğimize, yalandan yönetilişimize, koyun sürülerinin dağılmayışınaydı gülmelerimiz; oysa, gülmediğimizi fark ediyorduk. Ağlıyorduk, yedi genç için ağlıyorduk 1 Ocak 2009’dan beri.  Ağlayarak giriyorduk yeni yıla, nasıl girersen öyle devam eder gerçeğini bildiğimiz hâlde! Bazılarımızsa tombalanın hemen ardından “sustum”, “tırstım” oyunlarına geri dönmüşlerdi bile…

   Biliyorduk; önce doğalgaz bağlanırdı evlerimize. Kullandıkça ya da rüzgâr ters estikçe gazdan zehirlenme olasılığımız artardı. Borular suçlu olabilirdi, insan ihmali, her türlü neden ölüm nedeni olabilirdi; biliyorduk! Ancak bir gazın daha varlığından haberdar olduk. Dikkat! Yobazgaz. Yobazgaz’a telefonla ulaşırsınız, apartmanınızın önüne kadar gelir resmi yetkiyle, tüm daireleri dolaşır resmi yetkiyle, ancak “velev ki” dairede kızlı erkekli toplandı iseniz, kapınızın önünden geçer, gider! Sonra da “apartmanı tahliye etmeye yetkimiz yoktu” deyip işin içinden sıyrılır. Neler öğrenmiyoruz ki yaşadığımız ülkede. Kravatsız halkın önüne çıkan, Cuma’ya yetişmek adına toplantıları yarıda kesen “devletin resmi görevlileri”. 657’ye tabi olası geliyor bu genişliği gördükçe insanın, bu rahatlığı, bu aymazlığı.

   Yedi genç, can çekişirken yeni yılın ilk gününde “düm teka-düm (tek) tek”le Eurovision alıştırması yapıyordu Türkiye! Ve ezberledik şarkıyı bir dinleyişte: Düm teka-düm (tek) tek: “yobazgaz”. Kapınızın önüne kadar gelir; adamıysanız, gözü tutarsa sizi yaşadınız; aksi hâlde, ölüm nedeniniz!

 

   NOT: Yazı içinde geçen ifadeler, örneklemeler ülkenin televizyon gündemine dayanmaktadır!

 

iletisim@politikadergisi.com

 

 

 

 

 

[Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 11’de yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 11’i indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.