"Bakmıyor Çeşm-i Siyah Feryade..."

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Hayır… Öğleye doğru ansızın çıkan ve denizi allak bullak eden o hoyrat fırtınanın nedeni ben değilim.

Kolun ile ensen arasında mekik dokuyan sivrisineği de ben göndermedim oturduğun evin balkonuna… Hele hele kolunu ve bacağını ve hele hele ense kökünü, bir ısırıp bir kaçmasını da asla ben öğütlemedim sineğin bu en sivrisine…

Ankara otobanının o “güzelim” asfaltında sürat yapan arabanının camına sıçrayan taşın yarattığı çiziğin nedeni de benim irademin hayli ötesindeki bir olgu…

Daha birçok şey…

Daha bin/bir olay ve daha bin/iki hadise ve hatta bin/üç fenomen var bu satırlarda sayamadığımız… Çünkü ne yapalım ki, olaylar yüzleri ve binleri aşıyor; ama bunları sığdırmamız gereken hayat oldukça kısa…

Ve işte bütün bu nedenler yüzünden gece uykularını acımasızca bölen ve sırtından aşağılara doğru sızıp giden soğuk ter ırmaklarını yaratan o sivri köşeli kuşkularını ona-buna -ve- bana fatura edemezsin…

Kuşku, korkunun eniştesidir, mirim; bilir misin?…

Zafiyetin ise, hala çocuğu…

Hani nerede bu hısım yardakçılığını o ıssız ve yorgun gecelerinde seninle paylaşacak yeğenlerin, kayınçoların, yalakaların, salakoların?.. Nerede mirim?

Hakikaten, sen niçin böylesin ve neden bu kadar kuşkulu ve tedirgin ve gergin ve sinirlisin üstad-ı azam; niçin?..

Niçin gözlerin, yüzünün çevrili olduğu alan içinde yer alan insanların gözlerinin içine doğru bakamıyor “arkadaş?..” Ve acaba neden “bakmıyor çeşm-i siyah feryade…”

Yoksa, sabah ezanı ile birlikte avaz avaz bağırmak mı gerekiyor:

- Yetiş ey gamze yetiş imdade!.. [diye]

Bilmiyorum üstad-ı azam…

Bilemiyorum, bu saatten sonra.

Ama şurası muhakkak ki, sen… Bu kuşkulu, yani korkulu ve yani ürküntülü tavrını bir kez daha gözden geçirmelisin…

Örneğin, ışığın bolca olduğu bir süreçte, aynaya bakmalısın…

Ve ürküttüğün kurbağaların kaç paraya müşteri bulduğunu görüp, muhasebeleştirmelisin…

Değmez be paşam!..

Bütün o azap dolu, “acaba”lı günlere, uykusuz gecelere ve mezesiz içkilere değmez bu umduğun ve varsaydığın hayat…

Bir cübbe, bir hırka; kime yetmemiş?..

Bektaşi’nin üzerine tüneyeceği bir koltuğu mu olmuş tarih boyunca?..

Ama Bektaşi, Bektaşi olmuş; adam olmuş!..

Bektaşi şarabını içmiş, insanlığın içine soyunmuş, dere tepe yol gitmiş ve böylece aydınlık düşüncenin vahasına ulaşmış…

Sonra kültürümüzü arıtan kısa ama büyük öykülerin kaynağını oluşturmuş…

Kuşku duymamış insanlardan, açık olmuş onlara karşı ve hayatının pusulasını oluşturan şu özlü sözleri bizlere kadar ulaştırmış:

“Gönül, her an sevdiğinin kapısında ol;

Her istediğini onda ara, onda bul.

Hayat tavlasında hileye kaçma kalleşçe:

Koy kendini ortaya, soyulursan soyul!..”

 

faruk.haksal@politikadergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.