Hakim İktisadi Düşüncenin Metodolojisi ve Gelişimi

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

İktisat bilimi, değişik bir bilimdir. Kimisi iktisadın diğer bilimlerden tamamen ayrılması gerektiğini, pozitif (olgusal) iktisadı savunurken; kimi iktisatçılar ise iktisadı disiplinler arası bir yere oturtmakta ve diğer pek çok bilim dalının yardımı olmadan, iktisadın konularının yeteri kadar anlaşılamayacağından dem vurur.

Diğer tüm bilimler gibi iktisat da felsefenin doğurduğu bir çocuk olduğu için, felsefeden ziyadesiyle etkilenmiştir.

Hatta ekonomi biliminin kurucusu olarak gösterilen Adam Smith, aslında bir etikçidir. Yani ahlak felsefecisi.

Bu yazıda, iktisatta süregelen yöntem ve doktrin tartışmalarının kökenine inmeye ve nedenlerini çok fazla detayına girmeden ve teknik meselelere gark olmadan gözler önüne sermeye çalışılacaktır.

Öncelikle, sorunun iki ayağı vardır.

1- Metodolojik

2- İdeolojik

İktisadın başlangıcını, Aristo’ya kadar uzatmak mümkündür. Fakat bugünkü anlamda bir ekonomi anlayışı, kapitalizmin çıkışıyla başlatılır genelde. Kapitalizmin ortaya çıkışı da merkantilistlerle birlikte anılır.

Zira “feodalizm dönemi”nde hem üretim ilişkileri hem de ticari sistem anlamında, bir “sermaye” kavramından bahsetmek mümkün değildir. Üretim tarıma dayalı, ekonomi kapalıdır.

Fakat coğrafi keşiflerle bu yapı çatlamaya başlamış, Amerika kıtasının yağmalanan altınları Avrupa’nın ilk sermaye birikimini oluşturmuştur. Merkantilistler, bütünlüklü bir ekonomi bilimi oluşturamadılarsa da, bunun ilk denemelerini gerçekleştirmişlerdir. Mahfi Eğilmez’in kitabında belirttiği “sezgisel yaklaşımlar seti” bu durumu güzel bir şekilde ifade etmektedir. Gerçi içlerinde bilimsel sayılabilecek bazı istatistiki çalışmalar da yapılmamış değildir, lakin gerek teknik yetersizlikler, gerekse modern anlamda bir ekonominin yeni yeni ortaya çıkması hasebiyle bütünlüklü bir bilim haline getirememişlerdir ekonomiyi.

Mesela ünlü Fisher denklemini M.V = P.T ( M= para stoku, V= paranın dolanım hızı, P= fiyatlar genel seviyesi, T= fiziki mal hacmi) Jean Bodin formülize etmese de, durumu kavramış ve Avrupa’daki fiyat artışlarını, çok miktarda altın arzına bağlamıştı.

Sir William Petty de zira, “politik aritmetik” dediği istatistiki çalışmalar, bugün ekonometrinin temelini oluşturmaktadır.

Tarihi ilerlettiğimiz vakit, 17. yy. sonları 18. yy. başları gibi, merkantilizmden klasik ekole geçildiğinde, fizyokrasi denilen bir ara ekolden söz edilebilir. İşte bugünkü hakim iktisadi düşüncenin temelini atan, bu fizyokratlardır.

Fizyokrasinin ortaya çıktığı dönem aşağı yukarı, aynı zamanda bilimsel devrimin, Newton fiziğinin, Descartes metodolojisinin çıktığı döneme rastlamaktadır.

Newton fiziği de, evrenin katı yasaları olduğundan ve bir doğal kanunun varlığından bahsetmekteydi.

İşte bu trend, dönemin bazı iktisatçılarını sarmış ve onları tıpkı fizikte olduğu gibi bir “tabii düzen”in varlığını düşünmeye itmiş ve iktisatta da bu tabii düzenin kanunlarını bulma ve formülleştirme çabasına yöneltmiştir.

Tabii, bir de üretim ilişkileri ve ticari sistem anlamında, bu dönemde ticari kapitalizmden sınai kapitalizme geçiş söz konusu iken, pek çok iktisatçı yahut düşünür, dönemin hakim sınıfının adeta sözcülüğünü yapmaktan deri kalmamıştır.

“Laissez faire, laissez passe”ın (bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler) önünü açan ekol işte bu fizyokrasidir. Yani devlet müdahalesi altındaki bir ekonomiden, devletin minimize edildiği bir ekonomik yapıya, iktisadi liberalizme geçiş.

Ama gel gelelim, fizyokratların yöntemi, her ne kadar doğa bilimleri örnek alınmışsa ve o coşku ile bir bilimsel atılım yapılmışsa da, doğa bilimlerinin yöntemini benimsememiştir. Yani tümevarımcı, var olanı inceleyen ve gözlem-deneyle destekleyen pozitif bir sistemi edinmemiştir kendine. Onun yerine formel bilimler olan matematik, geometri gibi, aslında doğada var olmayan, tümdengelimci, soyutlayıcı ve rasyonel bir metodolojiyi benimsemiştir.

Fizyokrasi, klasik ve neo-klasik iktisadın varlığı süresince en çok eleştirildiği noktalardan birisi, varsayımlarının aslında “var olmaması” ve metodolojilerinin yanlışlığıdır.

Fizyokrasinin, aslında olmayan ama olduğunu varsaydığı ve sonrasında klasik ve neo-klasik iktisadın da benimsediği tabii kanun, tam rekabet piyasası gibi kavramlar, süreç içersinde gerek tarihselci okul, kurumcu iktisat, evrimci iktisat gibi pek çok ekol tarafından eleştiriye tabi tutulmuşlardır.

Bu tartışma, günümüzde de devam etmektedir hala. 20. yüzyılın ilk yarısında Keynes, tam rekabet piyasasının gerçek koşullarda var olamayacağını, çünkü fiyatların rijit olduğunu, bu sebeple eksik rekabet piyasasının ve oligopolistik piyasaların gerçekte var olabileceğini ileri sürer.

Bir diğer örnek Friedrich List, Ricardo’nun Mukayeseli Üstünlük teorisine karşı çıkarken, Klasiklerin tabii kanuna ve tümdengelimci, soyutlayıcı rasyonel metodoloji sonucu vardıkları sonuçları eleştirirken, genel çıkar diye empoze edilen şeyin, aslında dönemin hakim devleti İngiltere’nin çıkarlarını yansıttığını öne sürmüştür. List, A.Smith ve Ricardo'nun iddia ettiği gibi ülkelerin çıkarlarının birbirleriyle örtüşmediğini aksine çatıştığını ileri sürmektedir.

Tarihselci okul, klasik okul aksine, iktisatta her zaman ve her mekanda geçerli olabilecek genel geçer kanunlar olamayacağını, ancak değişik zaman ve mekan koşullarında oluşan, iktisadi davranış tekrarlarının bulunabileceğini öne sürmüştür.

Jean Baptiste Say’in, arz yanlı yasasını da Malthus ve teorilerinin bir kısmını Malthus’a dayandıran John Maynard Keynes de eleştirmiş ve buna karşın talep yanlı teoriler geliştirmiştir.

Dolayısıyla, eğer mutlak nitelikte evrensel kanunlar yoksa, klasiklerin evrensel kanunlara dayandırdığı doğa düzen de yoktur. Şu halde toplumu optimum refaha iktisadi liberalizm değil, yerine göre yapılacak kamu müdahaleleri götürebilir.

İdeolojik açıdan ise, iktisadi liberalizmin en büyük eleştirisini Karl Marx yapmıştır denilebilir. Grundrisse’nin ardından kaleme aldığı Das Kapital (Sermaye) ile hem sisteme adını koymuş (Kapitalizm kelimesini ilk Marx kullanmıştır) hem de bu sistemin kendi içinde pek çok çelişki bulundurduğunu ve sistemin kendi kendini yok edeceğini ileri sürmüş ve bunu bilimsel olarak açıklamıştır da. Bu sebeple Marksist sosyalizm, gene Marx’ın adını koyduğu şekliyle “Bilimsel Sosyalizm” olarak adlandırılmaktadır zira Marx kendisinden önceki sosyalistlerin pür ideolojik kaldıklarını ve düşüncelerine bilimsel bir yapı kazandıramadıklarını bu sebeple de mücadelelerinin amaçlarını –şartların olgunlaşmaması da önemli bir mesele- gerçekleştiremediklerini söylemiştir. Marx, kapitalizmin “kâr oranlarının azalma eğilimi” teorisi ile, kapitalizmin kendi sonunu hazırlayacağını öne sürmüştür.

Marx da, tıpkı Friedrich List gibi, çıkarların uyuşmadığını ancak çatıştığını öne sürer. Hatta tarihi, sınıflar mücadelesi olarak görür.

 

Asim.Us@PolitikaDergisi.com

 

Yorumlar

Güzel bir yazı olmuş ancak

Güzel bir yazı olmuş ancak anlatılan kişi ve fikirlerin kısa geçilmesini büyük bir boşluk olarak görüyorum.

Ricardo'nun ve klasik iktisatın Marx'ı özellikle etkilediğini bilmeliyiz.Mesela bir diğer önemli boşluğun günümüz iktisadi yapısının çözümlenmemesi olmuş.Keynezyen ekonomi bitmiştir.

Yerine ne gelmiştir?

80 sonrası kapitalizmin yönünü anlatmayan bir yazı hakim ideolojiyi tam anlatmış sayılmaz.

Saygılar.

cevap

Merhaba Alphan Bey

İlginize teşekkürler. YAzıda boşluk yoktur. Başlığı zaten çerçevesini belli etmektedir. Keynesyen iktisat bitti diye bir şey yoktur.

Saygılar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.